Pheidippides sadece iyi bir asker değildi. Olimpiyat şampiyonluğu bulunan namlı bir atletti. Savaşın yıprattığı vücuduyla 40 kilometre koşarak Atina’ya vardı, “Sevinin kazandık” deyiverdi. Sonrasında vücudu dayanamadı ve iflas etti. Yere yığılan genç orada ruhunu teslim etti
Milattan önce 490… Persler, büyük bir orduyla Yunanistan içlerinde ilerliyordu. Maraton köyüne geldiklerinde zaferden emindiler. Atina ordusu, belki asker sayısı anlamında karşı tarafın çok gerisindeydi ama usta general Miltiades, tarihte Maraton Savaşı olarak bilinen muharebeden zaferle ayrıldı. 20 bin Persli’nin cesedi yerde yatıyordu.
Miltiades, yaklaşık 40 kilometre ötede bulunan Atina’da halkın moralinin yerine gelmesini istiyordu. Bir an evvel bu zaferden haberdar olmalıydılar. Umutsuzluk artık kırılmalıydı.
Yanına en güvendiği adamlardan birini çağırdı. Pheidippides sadece iyi bir asker değildi. Olimpiyat şampiyonluğu bulunan namlı bir atletti. Komutanından aldığı görevi yerine getirecekti. Görev onun için namus demekti. Savaşın yıprattığı vücuduyla 40 kilometre koştu. Ne zaman ki Atina’ya vardı, “Sevinin kazandık” deyiverdi. Sonrasında vücudu dayanamadı ve iflas etti. Yere yığılan genç asker oracıkta ruhunu teslim etti.
1896’da yarışa çevrildi
Yıllar sonra Fransız tarihçi Michel Beal’in aklına bu olayı bir spor yarışmasına çevirmek geldi. 1896’da Atina’da ilk Olimpiyat Oyunları’nın en çok beklenen yarışıydı maraton. Yunan sporcuların beklenen başarıyı gösterememesi, halkın moralini bozmuştu. Öyle ki, maratonda birinci olacak Yunan sporcuya verilmek üzere ödüller açıklanıyordu. Hatta Averoff’un kızını bu atlete gelin olarak vereceği gibi Binbir Gece Masalları’nı andıran iddialar da vardı. Bir berber, “Kazanacak Yunan sporcuya ömür boyu bedava tıraş” vaat ediyordu.
Çoban Louis devrede
Yunan ordusuna görev yapan Albay Papadiamantopoulos atletizm aşığıydı. Seferberlik sırasında emrinde çarpışan çoban Spiridon Louis’in mukavemet konusundaki üstünlüğünü görmüştü. Onu maraton koşmaya teşvik etti. Olimpiyat öncesinde yapılan deneme yarışını da kazanan 24 yaşındaki çoban için yeni bir ufuk açılıyordu.
Louis belki iddialıydı ama karşısında ciddi rakipler vardı. 800 metre ve 1500 metrede zafere ulaşan Avustralyalı Edwin Flack ve o mesafelerde çekiştiği Fransız Albin Lermusiaux, finiş çizgisini en ön sırada tamamlamak istiyordu.
Maraton yarışı için herkes hazırdı. Atlı arabalarla doktorlar, hakemler ve zaman tutanlar yola çıkacaktı. Edwin Flack’i takip etmek için Britanya Elçiliği (o dönemde Avustralya, Büyük Britanya’nın dominyonuydu) görevlisi bisikletiyle bekliyordu. Start tabancası Louis için yabancı olmayan birinin elindeydi: Albay Papadiamantopoulos.
Koşacak hali yoktu
Lermusiaux hemen öne fırladı. Bu, ona pahalıya mal olacaktı. 32. kilometreye gelindiğinde Fransız sporcunun hali kalmamıştı. Bir de atletlerin korkulu rüyası kramp devreye girince, yarışı terk etmek zorunda kaldı. Flack ve Louis baş başa kalmıştı. Kısa süre sonra Avustralyalı da çöktü kaldı.
Genç çoban en yakın rakibinin 2 kilometre önündeydi. Bir bisikletli, Flack’in önde olduğu haberini stada getirdiğinde gerilim arttı. Ama ardından başka bir genç, mutlu haberi verdi. Louis’in stada yaklaştığı haberi, tribünlerde coşku yaratmıştı. Yaklaşık 80 bin Yunan sporsever, şampiyonu alkışlamak için bekliyordu.
Veliaht prens Konstantin, Şeref Tribünü’ndeki yerinden indiğinde Louis, stadyuma giriyordu. Ancak Yunan sporcunun da koşacak hali kalmamıştı. Bereket, rakipleri en az 7 dakika arkasındaydı. Yürüyerek finişe giderken yoldaşları Prens Konstantin ve kardeşi Prens Yorgo’ydu. Onlarla sohbet ede ede olimpiyat şampiyonu oldu Yunan atlet.
Bir at ve araba
Ev sahibi ülkenin vatandaşları gururluydu. Nasıl olmasınlar ki? İlk 6’nın 5’i Yunan sporculardı. Kralın yanına gittiğinde Louis, bakanların ve saray çevresinin hücumuna uğradı. Sarılanlar, öpenler gırla gidiyordu.
Yarış bitmiş istenen olmuştu. Sıra vaat edilenlerin yerine getirilmesine gelmişti. Averoff’la ilgili söylenti doğru muydu bilinmez. Çünkü Spiridon Louis nişanlıydı (Torununun iddiasına göre yarış sırasında nişanlısı Louis’e portakal vermiş, gelecekteki kayınpederi ise bir kadeh konyak ikram etmişti) ve evlenmek üzereydi. “Dile bizden ne dilersen” dediler. Milyonlarca drahmi isteyeceğini sananlar yanıldı. Basit ve anlamlı bir isteği vardı genç çobanın, “Üstünde su taşıyabileceğim bir at ve araba”.
Aslında Louis’in başarısının sırrı, bu isteğin altında yatıyordu. Genç çoban her gün köyü Maroussi’den Atina’ya gidiyordu. Yanında bir katırla su taşıyordu. Katırın yanında kah yürüyor kah koşuyor farkında olmadan antrenman yapıyordu. Olimpiyat sonrasında köyüne geri döndü ve çiftçilik yaptı.
Bir yıl hapis
1926 yılında 54 yaşındayken askeri evrakta sahtekarlıktan tutuklandı. Yunan basını bu olaya büyük yer ayırdı. Bir yıl hapis yattıktan sonra beraat etti.
1936’da Berlin Oyunları’na davet edildi ve açılışta ülkesinin bayrağını taşıdı. Adolf Hitler, Louis’e zeytin dalı hediye etti. Yunan sporunun simgesi haline Louis, 1940’ta 67 yaşında dünyaya gözlerini yumdu.
Atina’da 2004 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapan stadyuma onun adı verildi. Louis’e maraton zaferinden sonra hediye edilen Gümüş Kupa, 116 yıl sonra 2012’de 860 bin dolara satıldı. Buradan Louis’in dünya spor tarihindeki önemini çıkarmak mümkün.
Bir yanıt bırakın