Derleyen: Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr – Jacob Miller, 1861 yılında başlayan ve 4 yıl sürecek olan Amerikan İç Savaşı’nda görev yapmış bir askerdi. Savaşın ikinci yılına kadar birliğinde er olan görev yapan Miller, takvimler 1863’ü gösterdiğinde bir çatışma esnasında alnından kurşunla yaralandı. Bir tüfek mermisi, kaşlarının tam ortasına saplanınca acılar içinde yerde kalan Miller, savaş alanında adeta ölüme terk edildi. Arkadaşlarının yalnız bıraktığı ve “Onu kaldırmanın hiçbir faydası yok, o öldü artık” dediği Miller, bir mucizeye imza attı ve acılar içinde kilometrelerce yürüdü. Başından geçenleri 1911’de bir gazeteye verdiği röportajda anlatan Miller’ın söyledikleri tarihe geçecek cinstendi.
“Vurulduktan sonra herkes o pozisyondan geri çekilince ölüme terk edildim. Bir süre sonra aklım başıma geldiğinde etrafımda neler olduğuna odaklandım. Mahkum olmamaya kararlıydım. Silahımı bir asa olarak kullanarak ayağa kalktım ve savaş alanının dışına çıktım. Sanırım o kadar kana bulanmıştım ki tanıştığım kişiler benim bir ABD’li asker olduğumu fark etmedi.” – Jacob Miller
‘FAZLA YAŞAYAMAYACAĞIMI SÖYLEDİLER’
Miller, eski bir yola gelene kadar yürümeye devam etti. Bu sırada başı o kadar şişmişti ki gözlerini ara ara kapatıyordu. Sağ göz kapağını parmağıyla kaldırıp ileriye bakarak yürümeye devam etti. Ancak sonunda çok yoruldu ve yol kenarına uzandı. Yoldan geçenler, onu görünce sedyeye koyup sahra hastanesine taşıdılar. “Bir hemşire geldi, yaramın üzerine ve başımın çevresine ıslak bir bandaj koyup bana bir matara su verdi. Cerrahlar yaramı incelediler, fazla yaşayamayacağımı söyledikleri için beni ameliyat etmemenin ve daha fazla acı vermemenin en iyisi olduğuna karar verdiler, bu yüzden hemşire beni çadıra geri götürdü. Gece biraz uyudum. Ertesi sabah doktorlar yaralıların listesini yapmak için geldiler, tüm yaralıları taşıyacaklarını ama benim hareket edemeyecek kadar ağır yaralı olduğumu söylediler” diyerek hastane çadırında yattığı anı anlatan Miller, sözlerine şöyle devam etti:
“Mümkün olduğu kadar ayaklarımı sürükleyerek yürümeye karar verdim. Çaba gösterebilmem için mataramı suyla doldurması için bir hemşireden rica ettim. Fark edilmeden çadırdan çıktım ve güvenli bir şekilde uzaklaşıncaya kadar yolun yakınında duran bazı vagonların arkasına geçtim ve saklandım. Gideceğim yolu görebilmek için parmağımla gözümü açmak zorundydım. Top seslerinden, tüfek seslerinden uzaklaştım. Yol boyunca elimden geldiğince yürümeye çalıştım. Bir anda yolun kenarındaki bir ağacın alçak bir dalına kafamı çarptım. O çarpma beni yere serdi, ayağa kalktım. Yeniden yönümü buldum ve ayaklarımı sürükleyebildiğim kadar yürüdüm. Sonra da yol kenarına uzandım. Yaralıları Chattanooga’ya götüren vagonlar geçmeye başladığında sürücülerden biri hayatta olup olmadığımı sordu. Vagonun içine girdiğim anda bilincimi yitirmişim, hatırlamıyorum.”
‘YARAMA İLK KEZ PANSUMAN YAPILDI’
Ertesi gün Jacob Miller, uyandığında kendini Chattanooga’da buldu. Yüzlerce yaralıyla birlikte yatıyordu. Kimi konuşuyor, kimi ağlıyordu. Miller, oturma pozisyonuna geçti, matarasını aldı ve başını ıslattı. Bunu yaparken de kendi bölüğünden birkaç askerin sesini duydu. Miller, o anlar için şunları diyecekti: “Sahada ölüme terk edildiğimi söylediğimde benim olduğuma inanamadılar. Tedavi edilecek ve Nashville’e götürülecektik. Çocuklara eğer bana önderlik ederlerse o kadar mesafeyi yürüyebileceğimi söyledim.”
Miller ve arkadaşları köprüye doğru ilerlediler, ancak köprüyü geçen uzun bir asker hattıyla karşılaştılar. Aralarında Jacob’un da olduğu bir grup köprüyü geçtiğinde artık gün batıyordu:
“Arkadaşımızı bulduk. Bize yiyecek bir şeyler aldılar. En son 2 gün önce bir şeyler yemiştim. Bu yediklerim o günden sonra ilk tattığım şeylerdi. Yemeğimizi yedikten sonra, her biri vagonun altına sabitlenmiş bir yığın battaniyenin üzerine uzandık ve görevliler yakındaki bir kaynaktan gelen soğuk suyla yaralarımızı nemli tutmak için neredeyse sabaha kadar uyanık kaldılar. Biz ise o gece oldukça iyi dinlendik. Ertesi sabah kamp ateşinin çıtırtılarıyla uyandık. Bir fincan kahvemiz, bir parça etimiz vardı. Yemek yerken biri yanımıza geldi ve yaralı olup olmadığımızı sordu. Eğer öyleyse yaralarımızı sarmak için yola geri dönmemiz gerekiyordu. Bu yüzden ekip üyelerine veda edip yaralarımızı tedavi ettirmeye gittik. Burada ilk kez bir cerrah tarafından yarama pansuman yapıldı.”
‘YÜRÜMEMİZ 4 GÜN SÜRDÜ’
Bundan sonra Miller ve arkadaşlarına birkaç kraker, biraz şeker, kahve, tuz ve bir kalıp sabun gibi malzemeler verildi. Daha sonra vagonla Alabama’ya gönderildiler. Jacob vagon yolculuğunun acı verici olduğunu hatırlatarak, “Sarsıntı başımı o kadar acıttı ki dayanamadım, bu yüzden dışarı çıkmak zorunda kaldım. Yoldaşlarım benimle birlikte indi ve yürüyerek yola çıktık. Yürümemiz 4 gün sürdü. Yolculuk sırasında sonunda parmaklarımı kullanmadan sağ gözümü açabiliyordum” diyerek yaşadıklarını anlattı.
EN SONUNDA İKİ CERRAH KABUL ETTİ
Nihayet Bridgeport’a vardılar ve Tennessee eyaletinin başkenti Nashville’e giden bir trene bindiler. Yolculuğun yoruculuğu ve yaranın verdiği acı sonunda ona zarar vermişti. Tamamen bitkin bir halde tren vagonunda uzanan Jacob’ın hatırladığı bir sonraki şey, Nashville’deki bir hastanede ılık su dolu bir küvetin içinde oturduğuydu. Asker daha sonra Kentucky’deki bir hastaneye gönderildi. Ardından Indiana’daki New Albany’ye. Kurşunun çıkarılmasını istese de gittiği tüm hastanelerde cerrahlar ameliyatı reddetti.
Tam 9 ay süren acının ardından Miller sonunda iki doktorun yarasını ameliyat etmeyi kabul etmesini sağladı. Tüfek mermisini çıkardılar ve asker, 17 Eylül 1864’teki askerlik süresinin sona ermesine kadar hastanede kaldı. Mermi beyne nüfuz etmediği için Miller birkaç aylık tedaviyle iyileşmişti. Alının ortasında derin bir krater kaldı ve vücudun ana işlevleri temelde etkilenmedi. Ancak bu ciddi kafa travması onda ciddi sekeller bıraktı. Miller’ın alnında bir tüfek mermisinden daha fazlası vardı. “Olaydan 17 yıl sonra yaramdan bir kurşun fırladı ve 31 yıl sonra iki parça kurşun daha ortaya çıktı” diyen Jacob Miller, şunları da ekledi:
“Yıllar sonra yaralanma anımı nasıl bu kadar detaylı anlatabildiğim sorulduğunda şunu söylüyorum. Yarama baktıkça bunu her gün hatırlatıyorum ve başımda sürekli bir ağrı var. Uykudayken bile asla ondan kurtulamıyorum. Bütün sahne beynime kazındı. Bu röportajı okuyanların, bunca yıldır çektiğim acılardan şikâyet etmek ya da talihsizliğim için bir başkasını suçlamak için konuşmadığımı bilmelerini isterim. Devlet bana iyi davranıyor ve bana ayda 40 dolar emekli maaşı veriyor.”
Bir yanıt bırakın