Erdoğan’ın açıklamaları, Özel’in telefon mesajları

Herkesin kafasındaki soruya cevapla başlayayım: Hayır, diyalog süreci bitmedi.

Bundan çok eminim zira Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G7 dönüşü uçakta yaptığı açıklamayı kulaklarımla dinledim, bayramın ilk günü de CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile telefonda konuştum, söylediklerine baktım.

Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuya dair açıklamasındaki dikkat çekici bölümle başlayayım:

Sadece Türkiye’nin değil dünyanın en tecrübeli siyasetçilerinden biri olarak Erdoğan kurduğu cümlede bir noktanın altını çizdi: “Parti Sözcümüz Ömer Çelik Bey zaten gereken açıklamaları detaylıca yaptı. Bu açıklamalarda da dikkat ederseniz, tahrik ve dalaşma yoktur. Sadece net bir duruş vardır.”

Tahrik ve dalaşma yoktur cümlesini birinci işaret fişeği olarak kabul edersek, Cumhurbaşkanı’nın parti üyeleriyle bayramlaşma sırasında söyledikleri de ikinci işaret fişeği oldu:

Dünyadaki belirsizliklere, bölgemizdeki ateş çemberine dikkat çeken Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin seçimler sebebiyle oluşan gerilimli atmosferi bir an önce geride bırakıp, geleceğe odaklanması gerektiğini söyledi.

Yani, Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasi rekabetin, siyasi düşmanlığa döndürülmüş halinin Türkiye’ye verdiği zararın fark edilmesini ve buna göre davranılmasını istiyor.

Gelelim CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile bayramın ilk günü yaptığım telefon konuşmasına:

Özel, bayramın ilk günü, eş başkanları da sayarsak 19 siyasi parti genel başkanıyla telefonda konuşmuş ama en önemlileri Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yle yaptığı konuşmalardı.

Burada bir parantez açıp diyalog sürecinin sağlayacağı bir faydadan söz etmek lazım.

Devlet politikası olan konuların normal şartlarda iç politika malzemesi yapılmaması gerekir ama Kılıçdaroğlu döneminde o çizgiler fazlasıyla aşılmıştı.

Mesela Mavi Vatan’ın uluslararası hukuk kaynağı olan Libya ile yapılan anlaşmayı “Ne işimiz var Libya’da?” diye sorgulayan CHP Genel Başkan yardımcıları görmüştük.

Özel o çizgide yürümeyeceğini söylemişti ve bayram konuşmasında Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50. Yıldönümü’nde Türkiye’nin tezleri konusunda birlikte hareket edecekleri mesajını vermişti.

Bunlar olması gereken ama maalesef unuttuğumuz davranış modelleri.

Tüm bunları alt alta yazdığımız zaman ortaya çıkan tablo şu, Türkiye’de diyalog süreci devam edecek.

Bu süreci doğru okumak gerekiyor.

Diyalog süreci Türkiye’de yeni ittifak ya da hükümet modelleri arayışı değil, siyasi rekabeti, siyasi düşmanlığa döndürmeyecek, devlet politikalarını iç politika malzemesi yapmayacak bir konuşma ortamı sağlayacak bizlere.

Diyalog süreci kime ne kazandırır?

– Siyasete bakışımızdaki sorun aslında başlıktaki soru. Türkiye’nin kazanacağı bir senaryoyu yeterli bulmayıp partim ne kazanacak diye düşünenler çok.

– Demokrasinin olmazsa olmazlarından birisi iletişim ve müzakere değil mi?

– Müzakere etmediğiniz bir konuda mücadele etmeye çalıştığınızda toplumun size oy vermeyen kesimlerini ikna edebilir misiniz?

– Özgür Özel’in aldığı inisiyatif aslında partisinin aldığı oyu, iktidarın ekonomideki başarısı ya da başarısızlığına bağlı olmaktan çıkarıyor. Diyalog sürecinin sorun edilmesinin sebebi tabanın bu sürece verdiği destek ve Özel’in onaylanması. Görünen o ki, CHP içerisinde liderlik değil rutin işler yapan bir genel başkan isteyenlerin sayısı tahminlerden fazlaymış.

Amerikan sömürgeciliği ve Kılıçdaroğlu…

Kemal Kılıçdaroğlu geçen hafta sosyal medyada uzun bir mesaj paylaştı:

Mesaj “Henüz 18 yaşında arkadaşlarıyla birlikte Amerikan sömürgeciliğine karşı mücadele eden genç Kemal’in bir derdi vardı…” diye başlıyordu.

Devamını okuma gereği duymadım bile.

1968 gençlik hareketi ve Türkiye’deki devrimci mücadeleye katılanlar Amerikan sömürgeciliğiyle hiç mücadele etmedi çünkü Amerikan sömürgeciliği diye bir kavram hiç olmadı.

Aksine, Amerika kıtası zaten sömürülen coğrafyalardan birisiydi.

İnsanların mücadele ettikleri şey, Amerikan emperyalizmi oldu ki, emperyalizm ve sömürgecilik çok farklı şeylerdir. Sömürülen ülkelerin siyasi bağımsızlığı olmaz, emperyalist sistemde global sermaye grupları elde ettikleri nüfuz alanları sayesinde, siyasi bağımsızlığı olan ülkelerde de güç kazanırlar.

Sonuç olarak iki tanımlama birbirinden tamamen farklıdır.

İnsanın tüm ömrünü bir mücadeleye verdiğini söylerken kurduğu cümlelere dikkat etmesi, seçtiği kelimelerin hikayesini eğreti hale getirmemesine özen göstermesi gerekir.

Kaldı ki, ABD “sömürgeciliğine” karşı mücadele ettiğini iddia etmek demek, ABD’nin bu coğrafyada oluşturmak istediği yapıya ve kullandığı enstrümanlara da karşı durmayı gerektirir.

Söz ve eylem aynı noktada olmayınca ne söyleseniz boş, ne yapsanız yarım olur…

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*